25 Ağustos 2013 Pazar

DEVRİM VE SANAT





31 Mayıs. Herhalde bu tarih, adını tarih sayfalarına çoktan yazdırdı. Nazım Hikmet’in dediği gibi bir ağaç öldü bir millet uyandı. 2012’nin 19 Mayıs’ında tohumları ekilen bu büyük direnişin filizlenmesi çok sürmedi. 29 Ekim 2012’de bir yumruk gibi topraktan fırlamış koca gövdesiyle içinde herkesi barındıran bir ağaç olmuştu bile. Yine aklıma Nazım Hikmet’in sözü geldi “Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine…”
Nazım Hikmet gibi bir devrimci sanatçının akla gelmesi normaldir. Direniş, mücadele ve devrim provalarında her zaman akla sanatçılar ve eserleri gelmez mi? Geçmiş tarihlere şöyle bir bakalım. Rönesans dönemi en güzel örnek olurdu herhalde, devrim ve sanat arasındaki müthiş bağı göstermek açısından. Michelangelo, Rafael, Leonardo Da Vinci, Donatello… Bu isimleri saydığımızda, insanların aklına direkt sanatçı kimlikleri gelir fakat dikkat edilmesi gereken en önemli husus bu insanların, çağının en büyük birer devrimcileri olmalarıdır. Çünkü her mücadele içerisindeki yeni sanat akımlarını ve sanatçılarını(devrimcilerini) doğurur. Rönesans, artık gericiliği ve karanlığı temsil eden ortaçağa tepki olarak doğmamış mıydı? Bu sorunun en güzel cevabını Da Vinci’nin eserleri verir. Peki yakın tarihimizde Picasso’nun Guernica tablosuna ne demeli. Nazi bombardımanına maruz kalmış İspanyol’ları anlatmamış mıydı tablosunda. Ya Charlie Chaplin’in Great Dictator (Büyük Diktatör) filminde faşizm ve diktatörlüğü nasıl gözler önüne serdiğini görmemiş miydik? Tabi sanatçı derken kralın sofrasında soytarı olan değil, halkın davasında eşkıya olanlardan bahsediyoruz.

Bu geniş örneklere baktığımızda sanatın nereden doğduğunu görmek pekala mümkün. Sanatı yaratan insanın amacı, verdiği mücadeledir. Bu yüzdendir ki sanat saraylardan değil mağaralardan sokak kenarlarından doğmuştur. Devrim ve sanatın arasında ki müthiş bağ da işte tam bundan kaynaklanıyor: Mücadele ve devrim, içerisinde en dolu duyguları yaşatır. 31 Mayıs direnişinde “Direniş Şarkıları” bu yüzden yazılmamış mıydı?

Gitarlı çocuk TOMA’nın karşısına gitarıyla çıkmamış mıydı? Davide Martello Taksim meydanında piyanosunu çalmamış mıydı?  Taksim’in duvarlarına yazılan akıl dolusu yazılar, çizilen resimler, yapılan şarkılar… Hepsi ama hepsi mücadelenin ürünüdür. Sanat eleştirmeni Jhon Berger’in dediği gibi: “Bu gün resim yapmak, yaygın bir ihtiyaca cevap veren bir direniş eylemidir ve umutlanmayı teşvik edebilir”. Bir yerde mücadele yoksa direniş yoksa sanat da Kapitalist sistemin bireyselleştirdiği ve yalnızlaştırdığı insan modeli sanatın yaratıcılığının önünü kesmiştir. Çünkü mücadelenin ve değişimin gerekliliğini düşünmemekte, düşünmediği içinde üretememekte ve kendini tekrar etmekte. Kendini geliştirememek sanatın doğasına aykırıdır. Çünkü gelişen ve değişen toplumlarda yeni sanat akımlarının doğması bu döngünün bir zorunluluğudur. İşin bir boyutu da kapitalizmin yarattığı akımlar, Postmodernizm. Bazı sosyologlara göre postmodernizm Kültürel düzeyde modern hareketi reddeder, siyasal düzeyde de Marxizme yönelik bir saldırı olarak nitelendirilir. Jorge Larrain, İdeoloji ve Kültürel Kimlik kitabında Postmodernizm için:

” … Postmodernist kavramların kendileri küresel kapitalist sistemin gerçek çelişkilerini gizledikleri ve nesnel olarak insanların dikkatlerini bu çelişkilerinden uzaklaştırıp, suret ve aşırı gerçek arıtılmış dünyasına çektikleri için ideolojiktir. Onlar aynı zamanda tek taraflı olarak çoğulculuğa ve farklılığa vurgu yaptıkları, değişik kültür ve ırkların ve insanlığın ortak unsurlarını gizlemeye çalıştıkları için ideolojiktir. Ideoloji kavramına açıktan saldırarak, ama onu, eleştirel ideoloji kavramını Oneren kurumları (meta-anlatıları) eleştirirken, gizlice tek yanlı biçimde kullanarak postmodernizm yalnızca kendisiyle çelişmekle kalmamış, aynı zamanda statüko için uygun bir ideoloji haline gelmiştir … ” (J.Larrain, Ideoloji ve Kültürel
Kimlik, s:164) demektedir. Yani kapitalist sistem kendini korumak adına yeniliği ve devrim hareketlerini durdururken aynı zamanda karşı devrimi için kendi akımlar da oluşturmaktadır.

Heller ve Feher’in Postmodern Politik Durum adlı yapıtlarında da belirttikleri gibi basit bir mesajı vardır: “Ne olsa gider/her şey uyar (anything goes). Sistemin istediği basitlik ve emek harcanmadan yapılan ürünler de işte tam da bu cümleden çıkıyor. Artık eserler sanat ve üretim için değil, ticari bir mal olarak, evlerde duracak süs eşyası olarak piyasalaştırılıyor.
Piyasalaşan sanat gittikçe de değerini kaybediyor.

Bu bağlamda, piyasalaştırılan sanat kendini yenileyemiyor ve tekrar ediyor. Gelişebilmesi için bu piyasacı kapitalist sistemden kurtulmalıdır. Son dönemdeki halk hareketleri de artık bize bu sistemin çöküşünü göstermektedir. Her devrim içerisinde yeni sanatçıları ve sanat akımlarını doğurur. Haziran halk hareketiyle yeni bir devrim mücadelesine giren Türkiye kendi içerisinde yeni akımları ve sanatçıları doğuracaktır. Yeni mücadelemiz herkes için kutlu olsun.

Kaynaklar;
J.Larrain, Ideoloji ve Kültürel Kimlik
Agnes Heller/ Ference Feher Postmodern Politik Durum
Ekrem Kahraman: Blim ve Ütopya; Çağdaş Sanat.

Özgür ALTINBAŞ