20 Ocak 2016 Çarşamba

Kış Uykusu




Bir dostum Nuri Bilge Ceylan'ın son filmini izlememi önermişti. Fark ettim ki daha önce bu yönetmenin hiç bir filmini izlememişim. Sinemacı ve soyut hikayeci olmadığım için tekniği ve metaforları saymazsak tabi.3 saat 15 dakika süren 2014 yapımı "Kış Uykusu" isimli filmde çok sıkıldım. Vaktin bu kadar değerli olduğu günümüzde, sinemanın olay ve olgu anlatmaktaki zamanı bu kadar hoyratça carcur etmesini anlamıyorum. Bütün bir hikaye sanki ağır çekimde anlatılmış gibi geldi bana. Uzun sıkıcı diyaloglara ve manzaraya indirgenmiş bir film bana totalde hiç bir şey anlatmadı, eyleme sürüklemedi. Kapadokya'ya neden daha önce gitmediğimi düşündürmekten başka. Bir iki sahnede iyi diyaloglar, iç çatışmalar vardı aslında. Hepten de hönkürmeyelim devasa bütçeli film ve bol ödüllü yönetmene. Ama bencil, narsist burjuvaların kendileriyle bir türlü yüzleşmemeleri beni neden ilgilendirsin ve ben neden "Biri bizi gözetliyor" havasında takılan, ağır ağır, istiflerini bozmadan hareket edip, kıçlarını kaşımaya kadar her şeylerini sıkılarak izleyeyim ki? Dimi Nuri? Öyle gereksiz detaylara girmişsin ki, bu kadar large takılmanı, toplumsal sorumluluk taşımadığından hareketle anlatacak pekte matah bir şeylerinin olmamasına bağlıyorum.

Yok yahu, koca Nuri Bilge Ceylan bu mu dedim? Olamaz, dedim kendime ve oturdum bir başka filmi "Bir Zamanlar Anadolu'da"yı izledim. 2.5 saate yakın filmi biraz hızlı hızlı izledim yine hayal kırıklığı bekliyordu bendenizi. Valla kabahat bende değil, böyle "boşbeleş" filmleri entelektüel çevreye kakalayıp, üstüne ödüller dizen kamuoyunda. Orta Anadolu'nun, bozkırlarından bana ne yahu? Ben polis olmıcam, savcı olmıcam, doktor olmıcam ki. işin seyirciyi değil, meslek erbabını ilgilendiren kısımlarını sınava yada staja bırak Nuri. Bırak biz ihtisasımızı olayın ve olgunun ontolojisi üzerine yapalım rica ederim.

Yok yahu bana denk gelmiştir. iki filminde bende bir etki yaratmaması bir tesadüftür, dedim sonra ve oturdum peşinden üçüncü filmi "Üç Maymunu´da hızlı hızlı izledim. Hayatımın bir bölümünün geçtiği Samatya-Kumkapı tren istasyonu güzergahı beni çok etkiledi. Yer yer anne, baba ve çocuk karakteriyle özdeşleştirdim kendimi.Oysa ben özdeşleştiren değil, yabancılaştıran yöntemi seviyorum sanatta. Hep açıkta kaldı bir şeyler. Karakter yok, çatışma yok. Şuh bir gülüş ve peşinden ağlamayla, bir tokatla bizden olayı derinleştirmemizi ve karakterlerin bilinç altını, psikolojisini, iç çatışmalarını devindirmemizi istiyor. Hikaye diğer iki filmde olduğu gibi durağan ve kopuktu. Oyunculuklar her zamanki gibi sade ve doğal, ki Nuri Bilge Ceylan'in takdir ettiğim tek yönü buydu, istisnaları saymazsak.Bu adam doğal oyunculuğu seviyor. Birde manzarayı, doğayı ve doğadaki sesleri.Filim hevesim kalmadı. Affet beni Nuri.

Sanatın estet ve toplumsal özü vardır. Bu ikisinden birine yönelmiş şeye sanat denmez. Ha keza bilimde. Asıl o zaman yozlaşmaya başlar, geçmişte ve günümüzde olduğu gibi. Sanat ve bilimi sınıf mücadelesinden, toplumsal dinamiklerden ayrıklaştırıp, saflaştıramayız...zafer