Osman Kavala
Hiç tanışmadık. Efsanesi 1980'lerde başlamıştı, solculara bütün kapılar kapanırken o evinin kapısını da iş yerinin kapısını da sonuna kadar açmıştı.
Herkes korkmuştu, o değil. Çok zengindi, bir bankacı arkadaşımın iddiasına göre gayrimenkullerinin sayısını bilmiyordu. Yani, korkması için daha fazla sebebi vardı aslında. Ama o, işin o tarafında değildi besbelli...
Yine bir başka arkadaşım anlatmıştı, anahtarı unuttuğu için kaç gece devasa köşkünün bahçesinde konaklamak zorunda kaldıklarını, vize almayı unuttuğu için havaalanından geri döndüklerini...
Nitekim, onu ayaz bir İstanbul sabahında, Elmadağ'da, karşıdan karşıya geçerken görmüştüm. Gömlek giymişti. Üşümüş olacaktı ki omuzlarını tutuyordu. Herhalde, paltosunu unutmuştu.
Memlekette sıkıntı çeken, zor durumda olan hemen herkese koşuyordu sanki... Sokak çocukları için sahip olduğu binalardan birini tahsis etmişti. Atık kağıtları yeniden üreten kadınların ve çocukların zanaat sahibi olması için yıllarca uğraştı, o alanda uğraş veren arkadaşlarım en önemli destekçilerinin O olduğunu söylüyorlardı. İstiklal Caddesi'nde yürürken bacağına, beline sarılan "Pis kokulu" çocukları içten kucaklayışı bilmeyenleri şaşırtır, bilenleri gülümsetirdi ama her şartta yürek ısıtırdı.
Ucuz havayollarının ekonomi sınıfında uçar, lükse tenezzül etmezdi. Millet giderken o dönüyordu...
Yeşilleri de destekliyordu, liberalleri de. Öyle sözle değil, bizzat omuz vererek, maddi-manevi bir duruş ile...
İstanbul'daki gayrimenkullerinin bir kısmını onarıp kültür merkezi haline getirdi. Oralarda nice filmler izledik, sergiler gezdik... Yemek enstalasyonu vesilesi ile aş evi gibi yemek yediğimiz de oldu.
Hrant Dink öldürüldüğünde, yüz binler cenazesinin ardından yürürken, Tophane'deki binasında ünlü bir yemek yazarımıza rica edip helva kavurttu. Hrant'ın helvasını da unutmadı yani.
Sanki "Devlet Baba"nın yapması gerekenleri o yapıyordu, hep veriyordu...
Vermek deyince ülke İstanbul'dan ibaret değil tabii Anadolu'da kültür evleri açmaya başladı, Anadolu Sanatları...
Ben gitmedim ama sayısız gazeteci arkadaşım Kars'a ve birçok başka yere davet edildi etkinlikler için.
Eşi Profesör Ayşe Buğra'nın babası Tarık Buğra'nın cenazesi dahil O'nu birçok yerde, davette, eylemde, etkinlikte gördüm. Kalabalıklar içinde hep İsa Mesih gibi yalnız ve dingin duruyordu.
Lale Müldür anlatmıştı, İngiltere 'de Ekonomi okurlarken "Sitüasyonist olmuş, Türkiye'nin tek "Durumcu"su oydu." derdi. Yoksa, Lale Müldür müydü durumcu olan, geçmiş zaman karıştırmış olmayayım...
Öyle de olsa böyle de olsa ikisi de başlı başına bir "Durum" zaten, İkisine de yakışır yani "Durumculuk"...
Anadolu Hisarı'ndaki çıkmaz sokağa taşındığımızda yanımızdaki mescidin tuvaleti çok pisti. Bir gün imama "Camiye pis tuvalet hiç yakışıyor mu?" diyecek oldum . "Haklısınız. Bir kere Osman Kavala'dan rica ettik. Ekip gönderdi, temizletti. Ama çalışan yok, yetişemiyoruz. Yine pislendi." dedi. Caminin temizliği için bile akla gelebiliyordu, imamın da ricasını geri çevirmiyordu...
Hiç tanışmadığımız halde hakkında hatırladıklarımdan sadece birkaçı bunlar. Bu topraklarda zor durumda bildiği herkese koşan bir adam. Robin Hood gibi diyeceğim ama o da değil. Zenginden alıp fakire vermiyor çünkü. Doğrudan elini cebine atıyor.
Para ve güce kilitlenmiş olan memleketimizde, "Almadan veren" bir tek O'nu biliyorum. (Netice itibariyle, iş adamı ticari faaliyet ve kazançları nelerdir bilmiyorum. Benim bildiklerim, STK ve kültür dünyasına katkıları)
Bu kadar sevaba ne günah işledi de gözaltına alındı bilemeyeceğim ama bu sessizlik kabul edilir gibi değil!
Ayça Atikoğlu